Gönderen Konu: Keloğlan Masalları  (Okunma sayısı 19980 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı GeZGiN

  • Yönetici
  • DoğaKolik
  • *****
  • İleti: 7943
    • insan ve doğa
Keloğlan Masalları
« : 13 Aralık 2009, 12:23:48 »
Keloğlan ve Sihirli Tas

Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Çok söylemesi günahmış. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu " Keloğlum, keleş oğlum" diye severmiş. Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin
alıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş. Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu..
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş.

Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş. Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış..
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış. Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş.

"Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan annesini bile dinlememiş. "Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim..." diyormuş. Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış. Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.

Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek içinsihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun." Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş. O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış.
« Son Düzenleme: 13 Aralık 2009, 12:27:08 Gönderen: GeZGiN »

Çevrimdışı GeZGiN

  • Yönetici
  • DoğaKolik
  • *****
  • İleti: 7943
    • insan ve doğa
Ynt: Keloğlan Masalları
« Yanıtla #1 : 13 Aralık 2009, 12:26:44 »
KELOĞLAN İLE DEVLER

Bir varmış bir yokmuş, eski zamanların birinde, bir nine ile oğlu varmış. Kafası kel olduğundan, herkes o oğlana Keloğlan dermiş.
Keloğlan, keyfine çok düşkünmüş, sabah erkenden kalkar, akşamlara kadar sinek avlar, fare kovalar, daha güneş batar batmaz, uyuz kediler gibi ocak başına büzülürmüş. İş, güç ne yaparmış, ne de severmiş.
Yaşlı annesi, oğlunun bu miskin, bu tembel huyundan çok dertliymiş. Birçok kereler, yahut sayısız defalar uyarmış, ama Keloğlan hiç aldırış etmemiş, sineklere avlamaya, tavuklara kışalamaya, dev gibi fareleri de kovalamaya devam etmiş.
O kadar tembellik ediyormuş ki, keçileri ile eşeği bile yaylıma götürmemiş, hayvancıklar açlıktan ölmüş.
Yaşlı annesi, artık daha fazla dayanamamış, oğlum, uşağım dememiş, almış eline kocaman bir sopa düşmüş peşine. Neresine gelirse pat pat vurmuş. Neredeyse, Keloğlan’ın kafası kırılmış.
Keloğlan bakmış ki anasının dayaktan vazgeçeceği yok, acımadan öldürecek, canlı canlı da mezara gömecek. Ardına bile dönüp bakmadan kaçıp gitmiş.
Çok para kazanmadan eve dönmeyecekmiş.
Az gitmiş, uz gitmiş, gide gide bir kasabaya inmiş.
Karnı da çok ama çok acıkmış. Parası da ya azmış yahut hiç yokmuş. Bir kocakarının evine varmış, kapısını vurmuş, ekmek istemiş, yemiş...
İş aramış, bulamamış, bir güzel de paylanmış. Geri dönmemeye pek kararlıymış ya, ne olur ne olmaz, dağlarda, ormanlarda lazım olur diye düşünmüş. Bir demirci dükkanına varıp, kendine demir bir kılıç yaptırmış. Takmamış beline, almış eline.
O kadar çok yol gitmiş ki, kaç köy, kaç kasaba geçtiğini unutmuş.
Çok sessiz ve karanlık bir gecede, bir derin vadiye inmiş. Eli kınılıcında gözü sesteymiş.
Bir gürültü ile irkilmiş. Kulak kabartmış, çok korkmuş. Bu sesleri daha önce hiç duymamış.
İnmiş daha da aşağılara,gördüğü manzara, az kalsın aklını başından alacakmış. Birçok dev, bir arabadaymış. Durmadan konuşuyorlarmış.
Meğer devler düğün yemeği pişirirmiş. Kocaman kocaman ocakları varmış. Ev büyüklüğündeki kazanların biri indirilip biri bindiriliyormuş.
O kadar meraklanmış ki Keloğlan, daha yakından görmek için birkaç adım yürümüş. Her nasılsa devin birisi kendisini görmüş. Demir kılıç yaptırdığına çok sevinmiş. Ama bu kadar dev ile nasıl baş edeceğini düşündükçe, üzülmüş, korkmuş. Korkmakla olmuyormuş, yiğitliği tutmuş.
Kendisine bakınıp duran dev, çok neşeli bir kahkaha patlatmış, bütün dağları dalgalandırmış. Arkadaşlarına dönmüş, şöyle seslenmiş, “Bulduk, bulduk.”
Bir dev, “Ne buldun” diye sormuş.
Keloğlanı gören dev, ağzından salyalar akıta akıta, “Bir insan” demiş, “bir insan.”
Başka bir dev, pek iştahlı imiş. “Çoktandır insan eti yememiştik. Ayağımıza kadar geldi.
Hep birlikte bir “hey” çekmişler, Keloğlanı yemeğe karar vermişler.
Keloğlan, bakmış ki durum ciddi. Kaçsa nereye kaçacak? Dövüşmeye kalkışsa beceremeyecek. “Şunları hele bir korkutayım” diye düşünmüş ve gayet sert bir sesle haykırmış: “Yüreğiniz varsa topunuz birden gelin!”
Devler, yedi dağı titreten bir kahkaha atmış. “Acaba şu zavallı çocuk neyine güveniyor” diyen bir dev, Keloğlan’ın yanına çıkmış, demir kılıcı görünce irkilmiş, arkadaşlarına seslenmiş: “Hey dikkatli olun, Miron Padişahı’nın büyülü kılıcına benzeyen bir kılıcı var.”
Bu sözler üzerine Keloğlan bayağı sevinmiş, hem de yalancı pehlivanlar gibi şov yapmaya, el kol sallamaya başlamış.
Bir şeyler daha söylemiş: “Benden hatırlatması devler, acırım size, yazık olur hepinize.”
Devlerden biri biraz alaycı bir dille, “Çok kabadayılık yapıyorsun yavru insan. Eni konu bir kılıcın var” demiş.
Keloğlan kılıcını havaya kaldırıp konuşmuş: “Şimdi kılıcımı iki kez sallarsam, hepiniz ölürsünüz. Çünkü zehir saçar.”
Çok korkmuş devler. Birkaç adım geri çekilmişler. Birkaç tanesi kaçıp gitmiş, birkaç tanesi korkusundan yerlere yığılmış.
Bakmış ki söylediği her söz devler üzerinde büyük etkiler yapıyor, şöyle demiş Keloğlan:
“Korkmayın, korkmayın! Eğer dediğimi yaparsanız kılıcımı sallamam.”
Bir dev, “Emriniz olur keloğlan. Hemen söyle ne istediğini. Yapmaya hazırız. Bize dokunma yeter ki. Ne olursun, yiğit delikanlı!
O kadar çok şişinmiş ki Keloğlan, aç karnını bastıra bastıra emir vermiş devlere: “En güzel yemeklerinizden bana güzel bir sofra hazırlayın bakalım. Hadi, durmayın daha öyle karşımda pısırık pısırık. Sallarsam kılıcı, sonunuz olur çok acı.”
Sevinmiş devler, bir de takla atmışlar kocaman kocaman gövdeleriyle. Titrek titrek konuşmuşlar.
“Aman Keloğlan, kılıcı zehirli yiğit oğlan, dokunma bize, hemen sofranı hazırlıyoruz” demişler.
Göz açıp yummaya kalmadan mükellef bir sofra kurulmuş. Karnı çok aç olan keloğlan, sofradaki yemeklerin tümünü yemiş. Biraz da yanına almış öteberilerden. Kalkmış yoluna giderken devlerden biri şöyle demiş: “Ey yiğit, seninle bir pazarlık yapalım mı?”
“Ne pazarlığı” diye sormuş Keloğlan.
“Şu kılıcını bize satar mısın” demiş dev.
Keloğlan ağırdan almış, işi iyice kıymete bindirmiş. “Hoppala... Oldu mu ya şimdi? Siz taşıyamazsınız ki onu.”
“Niçin taşıyamayız ki kılıcı? Biz çok güçlüyüz” diyen bir deve şu karşılığı vermiş:
“Üstelik o kadar pahalıdır ki bu, paranız yetmez.”
Yaşlı dev, “İki küp altına ne dersin Keloğlan” diye sormuş.
Bu öneri çok hoşuna gitmiş Keloğlan’ın. “Nerede altınlar” diye sormuş.
Çok memnun kalan yaşlı dev:
“Biraz ötede, Çengir Vadisi’nin düzlük yerinde” diye tarif etmiş, bir yakut sandık var. Altınlar o sandığın içinde. Bize yasak oralara yaklaşmak. Ama senin için bir sakıncası yok. Git ve al!”
Buna aklı yatmış Keloğlan’ın, şöyle karşılık vermiş:
“Kılıcın ağırlığını azalttım. Özel bir duası var, onu okudum. Fakat zehir saçmasını engellemedim. Kılıcı şuraya bırakıyorum. Ben buradan tamamen uzaklaşıncaya kadar sakın dokunmayın. Çünkü, kokumu alır almaz zehir kusar,benden hatırlatması.”
Devler korkuyla karışık bir duyguyla, “Hay hay emriniz olur Keloğlan, hele yürü git sen” demişler.
Kılıcı yere bırakan Keloğlan el sallayarak çekip gitmiş.
Çengir Vadisi’ne varan Keloğlan, yakut sandığı bulmuş. Hemen omzuna alıp yola girmiş. Keyfinden de türkü söylermiş.
Biz bakalım devlerin haline.
Bir zaman sonra, kılıcı yerden almışlar, bir de bakmışlar ki ne zehir saçıyor ne de kesiyor.
Kandırıldıklarını anlayan devler, bunu hazmedememiş. Bir insan yavrusunun oyununa gelmenin hırsıyla çileden çıkmışlar. Aralarından üç deve görev vermişler. Tutup Keloğlanı getirmelerini istemişler.
Büyük bir intikam duygusu ile Keloğlan’ın peşine düşen devler, gitmiş, gitmiş, ama onu bulamamışlar. Yine devam etmişler, ama biri uçurumdan yuvarlanmış, biri yorgunluktan düşüp ölmüş. Üçüncüsü ise tek başına aramayı sürdürmüş.
Keloğlan hâlâ gidermiş. Islığını da hiç kesmezmiş. Bir ormanlıktan geçerken, bir tilki ile karşılaşmışlar. İkisi de birbirini çok sevmiş. Selamlaşmış, oturup iki laf etmişler.
Tam bu sırada oturdukları yer titremeye başlamış.
“Eyvah” demiş tilki “neler oluyor?”
Hemen, durumu anlamış Keloğlan:
“Korkacak bir şey yok, bir dev bize doğru geliyor.”
Fakat böyle derken tilkiye güvenirmiş Keloğlan. Yoksa korkudan az kalsın düşüp bayılacakmış.
Yer sarsılmaya, havada toz bulutları belirmeye, ağaçlar da sallanmaya başlamış. Dev giderek yaklaşıyormuş. Keloğlan’ın yüzü gözü sararmış. Tilki, acımış arkadaşına. Biraz önce, erkeklik havaları atmasına zaten inanmamışmış. Moral vermek istemiş:
“Buraların kıralı benim Keloğlan, dev tek başına değil ordusuyla gelse para etmez.”
Keloğlan sevinç içinde ellerini çırpmış, tilkiyi kulaklarından tutup sevmiş.
Tilki hesapsız yardım eder mi?
Devin sıcak nefesi alev alev yüzlerini yalamaya başlamış ama, hâlâ tilkide bir hareket yokmuş.
Keloğlan titremeye başlamış. “Etme tilki kardeş” demiş, “kurbanın olayım, kurtar beni şu devin elinden.”
“Ben seni kurtaracağım ama, sen de bana bir konuda yardımcı olacaksın. Anlaştık, değil mi” demiş tilki.
Hiçbir şey düşünemiyormuş Keloğlan.
“O iş o kolay, hadi artık ne yapacaksan yap” diye yalvarmış.
Tilki, havalara bakmış, etrafı dikizlemiş ve öyle bir ulumuş ki yer gök inlemiş. Bir anda yüzlerce tilki etrafına toplanmış.
Bu kadar tilkiyi birarada gören dev, korkusundan olduğu yere yıkılıp ölmüş.
Tilki, yeniden ulumuş, yüzlerce tilki kaybolmuş.
Keloğlanı bir düşünce almış, “acaba tilki yakut sandığı ister miymiş?”
Tilki sitem etmiş, “Hâlâ ne istediğimi sormayacak mısın Keloğlan kardeş?”
Mahçup olan Keloğlan kuşkulu kuşkulu karşılık vermiş, “Sıkıntıdan hep unuttum, buyur seni dinliyorum.”
Tilki anlatmış meramını:
“Şu ileride bir ev ar. Bu evin avlusunda öyle güzel bir tavuk gördüm ki hâlâ unutamıyorum. Bembeyaz başı, altın gibi tüyleri var. Parıl parıl parlıyor. Kırmızı gagalarıyla rüyalarıma giriyor. Kaç defadır denedim, yakalayamadım. Kırk günden beri ortalıkta göremiyorum. Ne yap yap,bu tavuğu bana getir!”
Tilkinin isteğinin yakut sandık olmamasına çok sevinmiş Keloğlan. “İstediğin buysa olmuş bil” demiş hemen gitmiş.
Araya sora,tavuğun sahibini bulmuş Keloğlan. Selam vermiş. Yakut sandığı yere bırakmış.
Tavuğun sahibi sormuş, “Nereden gelip nereye gidersin Keloğlan?”
“Uzaklardan gelip uzaklara gidiyorum” diye cevap vermiş Keloğlan.
Az sonra, çok güzel bir kızın, elindeki ayran tası ile geldiğini görmüş. Çarpılmış, başı dönmüş. Bakakalmış kıza.
Ayranı başına dikmiş, üstüne başına dökmüş. “Hah” demiş, “Ben aradığımı bumdum, altın küpü ve şu güzel kız. Daha ne isterim ki” diye düşünmüş, tavuğusöylemeyi unutmuş.
Ev sahipleri “Bu sandığın içinde ne var” diye sormuş. Keloğlan “altın var” diye yanıtlamış.
Adamın gözleri fal taşı gibi açılmış, bakışları sandıkta kalmış. Mutlaka sahip olmak istemiş.
Keloğlan’ın aklı fikri kızdaymış.
Tilki bekleye bekleye ağaç olmuş, sinirinden ulumuş.
Bunu işiten tavuğun sahibi “avucunu yala” diye söylenmiş.
“Aaaa... vay be” demiş Keloğlan.
“Ne var” diye sormuş adam. “Ne öyle ay, vay deyip durdun?”
“Bir ses duydum” demiş Keloğlan, “tilki sesiydi galiba.”
Asıl niyetini gizlemiş.
Adamın sesi sertleşmiş: “Bıktım usandım bu pis düşmandan. Akşam sabah vurmak için bekliyorum, bir türlü denk getiremiyorum...”
“Tavuğun, horozun çok mu” demiş keloğlan.
“Hiçbiri umurumda değil” diye konuşmuş adam, yalnız beyaz başlı, kırmızı gagalı, altın tüylü bir tavuğum var ki. Tilkinin yüzünden kümeste ölecek. Görsen hele bir Keloğlan, dünyada bu kadar güzel tavuk yoktur.”
“Sat bana” diyen Keloğlan’a şöyle demiş adam:
“Olur ama pazarlıksız yumurta bile satılmaz.”
Keloğlan, “ne istersin” demiş. Adam “sandıkla değişelim” demiş.
Keloğlan, “Çocuk mu kandırıyorsun? Hiçbir sandık altın bir tavuğa verilir mi be adam?”
Adam, “Sen özelliklerini biliyor musun tavuğumun? Ezbere konuşma” demiş.
Meraklanmış Keloğlan: “Sahi mi, ne özellikleri varmış tavuğunuzun?”
“Çok güzel gıdaklar” diye cevap vermiş adam.
“Bir kahkaha atmış Keloğlan. “Gıdaklamayan tavuk mu olur?”
Adam, “İyi ama benimki güzel gıdaklama yarışmalarında hep birinci gelir, çok para kazandım...”
“Bak sen sahiden pek hünerliymiş. Bir gıdaklasın da göreyim” demiş Keloğlan.
Adam başını sallamış: “Şimdi olmaz.”
Keloğlan, “Neden olmazmış” demiş.
Adam, “tilki pusuda bekliyor, duymadın mı” diye yanıtlamış.
“Doğru, peki zaten kümesten çıkaramıyorsun, sat gitsin baha uygun bir fiyata” diye yeniden üstelemiş Keloğlan.
Adam bu fikre bayılmış, “öyle ya” demiş içinden “kümeste ölüp gidecek.”
Çetin bir pazarlık yapmışlar.
İki kese altına anlaşmışlar.
Tavukla birlikte sandığını da alıp yola koyulan Keloğlan, gidip tilkiyi bulmuş, tavuğu teslim etmiş.
Çok teşekkür eden tilki, sevinçli sevinçli ormanlara doğru giderken Keloğlan da yakut sandığı omzunda köyün yolunu tutmuş.
Keloğlan’ın bir sandık dolusu altınla geldiğini gören yaşlı anası, çok memnun olmuş, kucaklayıp bağrına basmış. Bir sürü de dualar etmiş.
Keloğlan sandığı eve bırakmış. Anasına demiş ki, “Ne istersin ana, söyle de ineyim pazara.”
Birkaç yiyecek almasını söylemiş anası Keloğlan’a. O da inmiş pazara. Doldurmuş çuvalları erzakla yüklemiş eşeğine.
Bütün köylüler şaşırmış bu işe. Artık herkes kızını vermek için sıraya girmiş.
Anası da çok sevinmiş ama Keloğlan, “Beni dün fakirken hor görenlerin kızını almayacağım ana, benim gönlüm, kırmızı gagalı, beyaz başlı, altın tüylü tavuğun sahibinin kızında tez hemen istemeye git.”
Anası, giyinmiş, kuşanmış, araya sora kızın babasını bulmuş. “Keloğlan’ın anasıyım, kızını istemeye geldim” demiş.
Adam kızının böyle zengin birisi tarafından istenmesine öyle sevinmiş ki, hiç naz etmemiş, vermiş.”
Hemen süslemiş, allamış pullamış, katmış kızını yaşlı kadının yanına.
Bütün köyde herkese parmak ısırtan bir düğünle dünya evine girmiş Keloğlan.
Çok mutlu bir ömür sürmüş karısı ve anasıyla.
(En Güzel Keloğlan Masalları, Emel İpek, Papatya Yayınları)

Çevrimdışı GeZGiN

  • Yönetici
  • DoğaKolik
  • *****
  • İleti: 7943
    • insan ve doğa
Ynt: Keloğlan Masalları
« Yanıtla #2 : 13 Aralık 2009, 12:28:39 »
Keloglan Yedi Can Alan

Öküz öldü dügen harmanda kaldi, essek öldü semer ormanda kaldi. Borç bini asti ev tellâlda kaldi, sonunda Keloglan yersiz yurtsuz, evsiz barksiz, disdingelek ortada kaldi.

Keloglan parasiz pulsuz kalirda dururmu? Hiç durmaz. Ne yapmis Keloglan? Viran klubenin kapi pervazini çikarmis. Keserle yontarak kocaman bir kiliç yapmis. Üstünede "YEDI CAN ALAN" yazmis. Kilici beline sokup yola çikmis. Az gitmis, uz gitmis. Dere tepe düz gitmis. Derelet tepeler geçmis, karli daglar yelli beller asmis. Sonunda demir kusakli pehlivanlar ülkesine ulasmis.

Hepsi kardes olan demir kusakli pehlivanlar kocaman bir sarayin bahçesinde egleniyorlarmis. Kimi güres tutuyormus,kimi kocaman dallari egip kiraz yiyormus. Keloglan'i görünce sasirmislar. Birbirlerine bakarak gülmeye baslamislar:

--Hele su Keloglan'a bak.

--Boy fukarasi

--Saç fukarasi

--Üç yasindaki çocuk bunu tus eder.

--- Ha...Ha...Haa.

--Hi... Hi... Hi...

Keloglan gürlemis, tahta kilici belinden siyirip havada sallamis:

--Heyt... Var mi bana yan bakan? Bana canlar alan derler. Bir vurusta yedi can alirim. Devler önümden kaçarken kilici bir savurdum, yedi kelle birden uçtu. Çabuk yüz altin getirin bana.

Pehlivanlar susmuslar. Demir kusaklarini düzeltmisler. Bunlar paraca, malca kuvvetçe zenginlermis ama, akilca fukaralik çekerlermis. Öyle ya "Atin ahmagi rahvan, insanin ahmagi pehlivan olur" derler.

Birbirlerine bakip "Ya dogru söylüyorsa" diye fisildamislar. Içlerinden biri azicik cesaretlenmis:
--Keles agam, gel güreselim.

Keloglan pehivanin önüne varip durmus. Önce uzun uzun gökyüzüne bakmis. Sonra topraga bakmis, daha sonra da yüzüne dikmis gözlerini. Pehlivan sormus:

--Öyle niye baktin?

--Nasil bakmayayim? Gökyüzüne baktim çok yüksek, firlatsam yitip gidersin. Topraga baktim çok sert. Parça parçaolursun. Yüzüne baktim, daha çok gençsin, demis. Pehlivan yalvarmaya baslamis:

--Aman keles agam bana aci, gençligime kiyma demis.

Keloglan:

--Peki sana acidim, ama altinlari çabuk getirin, dierek emrini tekrarlamis. Pehlivanlarin en büyügü:

--Biz altinlari hazirlariz, simdi sen biraz kiraz ye, demis. Büyük bir kiraz agacinin tepesinden tutmus, agaci egip Keloglan'in eline vermis. Pehlivan agaci birakinca, agaç dogrulmus. Keloglani öbür tarafa firlatip atmis.

Pehlivanlar bagirip çagirmislar:

--Vay yalanci.

--Bir agacin dalini tutamadi.

--Yakalayalim.

Agacin tepesinden öbür tarafa asan Keloglan çalilarin arasinda uyuyan bir tavsanin üstüne düsmüs. Tavsani kucaklayivermis.

--Çabuk, bu tavsani kizartip getirin, karnim acikti, demis.

Pehlivanlar korkudan titremeye baslamislar.
--Çok çevik.

--Kus gibi uçuyor.

--Canli tavsan yakaliyor, diye söylenmisler.

Derken aksam olmus. Kizarmis tavsan, kuzu dolmasi, baklava, börek yemisler. Sonra yatmislar: Keloglan isiklarin sönmesiyle birlikte bir kütük bulup getirmisl.Yataga yorganin altina uzatmis. Kendi de bir köseye saklanmis.

Demir kusakli pehlivanlar gece kalkmislar. Kocaman sopalarla yataga girismisler. Sonra" Nasil olsa ölmüstür" dierek yatmislar.

Keloglan kütügü disari atmis. Yataga girip güzel bir uyku çekmis.

Pehlivamnlar sabahleyin Keloglan'i sapasglam görünce korkudan titremeye baslamislar. Keloglan söylenmis:

--Of be... Gece sinekler sirtima inip inip kalkti. Biri kondu, biri uçtu, uyuyamadim, demis.

Demir kusakli pehlivanlar koca bir kese içinde 200 altin getirip ortaya koymuslar:

--Al keles agam, güle güle harca, bize degme, demisler. Keloglan almis altinlari, gelmis kulübesine. Yemis, içmis, eglenmis, devran sürmüs.

Çevrimdışı GeZGiN

  • Yönetici
  • DoğaKolik
  • *****
  • İleti: 7943
    • insan ve doğa
Ynt: Keloğlan Masalları
« Yanıtla #3 : 13 Aralık 2009, 12:31:06 »
KELOGLAN'IN TUZ ÖLÇEĞİ

Bir varmis bir yokmus. Allahin kulu çokmus. Çok demesi günahmis.

Memleketin birinde bir keloglan'la yasli annesi varmis. Annesi "Kel oglum, kelem oglum, dünyaya es oglum" diyerek oglunu severmis. Keloglan da annesini sever sayarmis.

Annesi bir gün keloglan'a seslenmis:

--Oglum, tuz ölçegimiz kirildi. Git çarsidan yenisini al getir, demis. Keloglan:

--Aman anne... Ne gerek var. Yemege göz karari yag, el karari tuz at, demis. Annesi kizmis:

--Keles oglan...Birak tembelligi. Haydi dogru çarsiya. Tuz öiçegini al getir. Ne alacagini unutma. Yolda giderken "kirildi, kirldi" diye söylenirsen unutmzsin demis.

Keloglan'in tembelligi üstündeymis. Himbil himbil söylenerek yola düsmüs.

Kirildi...Kirildi.

Balikçilara yol kenarindaki derede avlaniyorlarmis. Keloglan'in söylenisine bakarak kendileriyle alay ediyor sanmislar. Bagirip çagirmislar:

--Keloglan...Sen bizimle dalga geçiyorsun, hiç öyle denir mi?

--Ne diyecegim ya?

--Biri çikti, biri daha çikar insallah, diyeceksin.

Keloglan çok üzülmüs. Balikçilardan ögrendigi gibi söylenerek yoluna devam etmis.

Biri çikti, biri daha çikar insallah
Biri çikti, biri daha çikar insallah

Çok gitmeden önüne bir cenaze çikmis. Cenazeyi evin kapisindan yeni çikariyorlarmis. Keloglan tabuta bakarak söylenmeye devam ediyormus.

Biri çikti, biri daha çikar insallah

Biri çikti, biri daha çikar insallah

Ölenin akrabasi Keloglan'i duymus. Kosup kulagina yapismis. Kivirdikça kivirmis. Sonra bagirmis:

--Ölünün arkasindan böyle söylemeye utanmiyormusun?

--Ne demem gerekiyor?

--Allah rahmet eylesin, denir.

--Peki, simdiden sonra öyle diyecegim.

Keloglan ezilip büzülerek yola devam etmis. Bir yandan da söyleniyormus.

Allah rahmet eylesin.

Allah rahmet eylesin.

O gün her nasilsa domuzun biri yolunu sasirmis, kasabanin içine kadar girmis. Koca bir köpek domuzu tutup bogmus. Domuz yerde debelenip son nefesini veriyor, köpek de yalaniyormus. Keloglan da durmadan söyleniyormus:

Allah rahmet eylesin.

Allah rahmet eylesin.
Oradan geçmekte olan biri Keloglan'i duymus. Iyice sinirlenip basmis tokati:

--Budala oglan. Kafanda saçin yok, içinde akil yok. Domuza rahmet okunurmu?

--It disi domuz derisine, diyeceksin.

--Sagol amca. Bundan sonra öyle derim.

Keloglan yoluna devam etmis. Bir yandan da söyleniyormus:

It disi domuz derisine.

It disi domuz derisine

Yolun kenarindaki küçük bir klubede bir ayakkabi tamircisi varmis. Tamirci pençe yapacagi bir çizmenin altini bir türlü sökemiyormus. En sonunda tutmus çizmenin ökçesini agzina alarak çekip çikarmaya çalismis. Tam bu sirada Keloglan söylenerek geçiyormus:

It disi domuz derisine

It disi domuz derisisne

Tamirci firlayip elindeki çekici bizimkine yapistirmis:

--It disi senin agzindadir. Utanmazmisin benimle alay etmeye?

--Amca, sana demedim.

--Kes...Kolay gelsin. Asil çek kopsun, diyecegin yerde, alay ediyor, bir de uzatiyor.

Çekiçten sonra paparayi da yiyen Keloglan basini tuta tuta yola devam etmis. Bir taraftan da söyleniyormus:

Kolay gelsin. Asil çek kopsun.
Kolay gelsin. Asil çek kopsun.

Sapanla kus pesinde kosan yaramazin biri bir evin camlarini kirmis. Çocagun babasi kizmis. Yaramazin kulagini tutmus, "Elin camlarini niye tasladin" diye azarliyormus. Keloglan öfkeli babaya bakarak söylenmis:

Kolay gelsin. Asil çek kopsun.

Kolay gelsin. Asil çek kopsun.

Baba oglunun kulagini birakmis. Kosup Keloglan'in kulagina yapismis.

--Kolay gelsin ha. Kopsun ha. Kolaymiymis?

Keloglan aci ile bagirmis

--Amca...Birak kulagimi. Sana demedim.

--Birak numarayi. Aklinca dalga geçeceksin. Etme agam, birak agam, desen ne olurdu?

Keloglan kulagini kurtarip tabanlari yaglamis. Bir yandan da yine söyleniyormus:

Etme agam. Birak agam.

Etme agam. Birak agam.

O gün kasabada bir kuduz köpek ölmüs. Ortaligi kokutmus. Adamin biri sürükleyip bir çukura atmaya çalisiyormus. Çukura attiktan sonra üstüne kireç atip gömecekmis. Adam koca köpegi güçlükle sürüklemeye çalisirken Keloglan çikagelmis. Bir yandan da durmadan söyleniyormus:

Etme agam. Birak agam.
Etme agam. Birak agam.

Adam köpegi oldugu yerde birakip Keloglan'a saldirmis. Vurmus. Vermis veristirmis.

--Utanmaz kel. Akilsiz kel. Köpege merhamet dilenirmi? Öf ne pis kokuyor, de geç git.

Keloglan adamin elinden kaçip kurtulmus. Bir yandan basina gelenleri düsünüyor bir yandan basina gelenleri düsünüyor bir yandan da söyleniyormus:

Öf... Ne pis kokuyor.

Öf... Ne pis kokuyor.

Yol üstünde bir hamam varmis. Genç bir kadin hamamdan çikmis, hos kokular sürünüp evine dönüyormus. Bizim ki de söyleniyormus:

Öf... Ne pis kokuyor.

Öf... Ne pis kokuyor.

Kadin kendisine lâf atldigini sanmis. Kosup yakalamis. Öfkeden zangir zangir titreyerek agzina yüzüne vurmaya baslamis...

--Budala kel kafali... Laf atmaya utanmiyormusun? Senin kafani kiracagim.

--Ablacagim dur. Kiracagim dedin de aklima geldi. Bizim tuz ölçüsü kirildi. Gidip çarsidan alacagim.

Keloglan böyle deyip bir dükkâna girmis. Kadin ardindan baka kalmis.

Keloglan elinde TUZ ÖLÇÜSÜYLE eve dönmüs.

Tags: