Gönderen Konu: Göl tatilini seviyorsanız Sapanca ve İznik  (Okunma sayısı 4970 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı GeZGiN

  • Yönetici
  • DoğaKolik
  • *****
  • İleti: 7758
    • insan ve doğa
Göl tatilini seviyorsanız Sapanca ve İznik
« : 24 Ekim 2011, 09:21:02 »
Göl tatilini seviyorsanız Sapanca ve İznik
Fazla uzaklara gitmeye gerek yok; bence sonbahar en güzel Marmara Bölgesi’nde yaşanıyor. Yapraklar kızarıyor, göller mahzunlaşıyor... Sapanca, İznik bir de ara yollarda geçeceğiniz Akyazı, Kuzuluk, Göynük, Taraklı ile hem tarihte yolculuk yapacaksınız, hem de doğanın cömertliğine inanamayacaksınız...



Sapanca, İstanbul’un uzakça bir semti gibi. Bir saatte varılıyor; İstanbul merkezine, uzaklığı 130 kilometre. Yol, İstanbul uğultusu bitince, gayet iyi.
Adapazarı İstanbul arasındaki Sapanca, gölü, treni, küçük merkezi, bu mevsim iyice tenhalaşmış hali ile çok cazip. Civarda yapacak çok şey var. Merkezi bir, bilemediniz iki saatte gezersiniz. Uzunluğu 16 kilometre olan Sapanca Gölü’nün en geniş yeri 5,5 kilometre. Sonbahar, su seviyesinin en düşük olduğu dönem. Sapanca Gölü’nün yüzölçümü 55 kilometrekare, yani gözünüzde canlandırmaya çalışın; oldukça büyük bir alanı kapsıyor. Yalnız, Sapanca’ya her gidişimde, “göle ulaşamamak” gibi bir sorun yaşıyorum; merkez, gölden ayrı bir yerde. Nedense göl, hayata katılamamış. Çiçekler dikilse, banklar konulsa, yöre halkının katılımıyla temizlik yapılsa; İtalya’nın ünlü göllerinden bile havalı olur...
Sapanca’daki “wellness” otellerinden birinde konaklamıyorsanız, biraz göl kenarı yürüyüşü falan, ilçe merkezinden uzaklaşıp civarı keşfetmek, yapılıcak en akıllıca şey.
Erdemli köyü, olağanüstü ormanı ve yürüyüş yollarıyla bir doğa harikası. Sapanca merkeze sadece 6 kilometre uzakta. Soğucak Yaylası’ndan doğan Şelale Deresi, Erdemli yakınlarındaki ormanlardan geçiyor. Bazen gürül gürül, bazen daha nazlı; dere yolunu takip etmek, bambaşka bir keyif.
“Yok, ben hafif yürüyüşten anlamam, daha sıkı antrenman yapmak isterim” derseniz, Soğucak Yaylası’ndan başlayan trekking yolunu öneririm size. Kestane, meşe, kayın, ıhlamur ağaçları arasında, ormanın içinde ilerliyorsunuz. Gidiş iki, dönüş iki saat. Tesis yok; yanınızda yiyecek, içecek bulundurmanızda fayda var. Sonrasında da, aşağıdaki tesislerden birinde, güzel bir balık keyfi yapmayı hak ediyorsunuz...
Yağmurluk, suya dayanıklı yürüyüş ayakkabısı ve fazla kalın olmayan ama sıcak tutan bir kazakla, saatlerce doğada kalabilirsiniz. Köylüler balcılık yapıyor; hafif acı, ama çok lezzetli bir bal.

BU BAHÇE SENİN HEMŞERİM
Bir gün bir gece, bence Sapanca için yeterli. Tabii kitap yazmıyorsanız, otellerden birinden paket almamışsanız...
Yollar sürprizlerle dolu. Akyazı, Kuzuluk, birkaç saatinizi rahatlıkla alır. Hatta, tam bu mevsimde, Kuzuluk’ta bir gün kaplıcaya bile ayrılır. Kış öncesi dinlenme, hazırlanma, enerji depolama. Sonra yola devam: Taraklı ve Göynük’ü göreceksiniz. Muhteşem iki kasaba; Osmanlı döneminde kalmış gibi. Kahvelerde yaşlı amcalar oturur, evlerin önünde bir teyzeye rastlarsanız mutlaka “hoş geldin, bir şeye ihtiyacın var mı” diye sorar. Bir de Taraklı’da, iki Boğaziçi Üniversitesi mezunu, Pembegül ve Banu’nun “Hanımeli Konağı” isimli küçük otelleri var; müthiş bir yer.
Ayva bahçelerinden geçtim geçenlerde. Renkler muhteşem, aklım gitti. Köylüler ayva topluyorlardı, inip onları seyrettim. “Acaba bir tane alsam ayıp olur mu” endişesi ile yaklaşıp, sordum. Suratıma garip baktılar. “Bahçe senin hemşerim” dediler.
Biraz onlarla sohbet ettim, vedalaşırken hepsi işi gücü bıraktı. El arabaları, torbaları, kucakları ayva dolu, otomobile geldiler. Bagaj ağzına kadar doldu. “Bak” dedi en yaşlı kadın, “buradan geçersen, bu bahçe senin. Gir, istediğin kadar ye, arabanı doldur öyle git; yoksa hakkımı helal etmem!”

2300 YILLIK AÇIK HAVA MÜZESİ
İznik, MÖ 316’da Antigonius tarafından kuruldu. General Lysimakhos, MÖ 301’de şehri alıp karısının adını verdi: Nicaia. Kral Zipoites zamanında adına altın sikkeler basılan şehir, Roma İmparatorluğu döneminde Nicaea adını aldı.
Doğu Roma İmparatorluğu’nun en önemli şehirlerinden biri oldu. Hıristiyan alemi açısından önemli olan “Ekümenik konsiller”e ev sahipliği yaptı. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Nicaea’yı 1075’te aldı ve beş yıl sonra Selçuklu Devleti’nin başkenti yaptı. Şehrin adı artık İznik’ti.
Tarih, karanlık ağlarını örmeye devam etti. 1097 Haziranı’nda 1. Haçlı Ordusu şehri kuşattı. İznik Bizanslılara geçti, böylece “2. Bizans Dönemi” başladı. Tam 57 yıl boyunca, Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi oldu.
İznik’in Osmanlı yönetimine geçmesi, 1331’de, Sultan Orhan Bey zamanında gerçekleşti. Camiler, medreseler, hanlar, hamamlar yapıldı. İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan yolda, kervanların konaklama merkezi oldu. Birçok ulema ve şair yetişti. Çağın ünlü alimleri, İznik medreselerinde ders verdi. İstanbul’un fethiyle de şehir önemini yitirdi.
1648’de Şam’a giderken İznik’e uğrayan Evliya Çelebi, “Burada insanı hayretler içinde bırakan bukalemun nakışlı öyle çiniler işlenir ki, tarifinden dil acizdir” demiş. Bugün için, hâlâ böyle...
Sokaklar geçiyorum, tarihten sayfalar çeviriyorum. Dönemlerden biri bitiyor, biri başlıyor. Elinde zerzevat dolu sepetiyle pazardan dönen çarşaflı, yaşlı bir kadını takip ediyorum. Tabelalardan, İstanbul Kapı’ya gittiğimi anlıyorum.
Ne kadar çok görülecek şey var, bir güne sığdırmak oldukça zor. Ayasofya, İstanbul Kapısı, Yeşil Cami, Abdülvahab Tepesi...
Hem tarih hem dinlenme; hem göl kenarı yürüyüşü hem insanca birkaç gün yeri İznik. Kalıntılar arasında dolaştım, çarşıda insanları seyrettim. Müzeyi gezdim, pazardan mandalina aldım. Bir gün yerine, iki gün kaldım...
Sıkılmayacaksınız, endişelenmeyin. İznik’te, tam merkezdeki Ayasofya’yı mutlaka ziyaret edin. Abdülvahab Tepesi’nden şehri seyretmeden dönmeyin. Atılan çöplere içim yandı gene, o ayrı.

ÇANAK ÇÖMLEKLERE BAYILACAKSINIZ
Göl kenarında yürüyüş yapın, çini atölyelerini ziyaret edip eve bir şeyler alın. Çok güzel çanak-çömlek var; bayılacaksınız.
Şehrin dört ana kapısını; İstanbul, Yenişehir, Lefke ve Göl kapılarını ve İznik-Orhangazi karayolundaki Taş Köprü’yü mutlaka görün. Elbeyli kasabasındaki, 4’üncü yüzyıldan günümüze kalan Yeraltı Mezarı’nı gezin. Freskler inanılmaz. İmparator Jüstinyen’in 530’lu yıllarda yaptırdığı su kemerlerini kaçırmayın. Çandarlı Halil Hayrettin Paşa tarafından 1378-1392 arasında yaptırılan Yeşil Cami, olağanüstü bir yapı. Tek kubbeli caminin taş işçiliği olağanüstü. İznik Müzesi aslında Nilüfer Hatun İmareti olarak yaptırılmış. Arkeolojik kalıntılar, lahitler, levhalar, vaftiz havuzları; insan kendini kaybediyor.
Bir de, İznik’te inşa edilen ilk cami olan Hacı Özbek Camii’ni mutlaka ziyaret edin. Kare ve minaresiz bir cami; çok basit ve çok güzel duruyor. Bir de son olarak, Yakup Çelebi Camii ve Medresesi bir mimarlık şaheseri. Taş ve tuğlanın zarafetine hayran kalacaksınız.
Biraz daha civarı keşfetmek isterseniz, Orhangazi yolunda, göl kenarında olağanüstü bir köy var: Çakırca köyü. Kahvesi, insanları, evleri; sanki bütün köy gülümsüyor. Bolca vakit ayırın.

Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/19053669.asp

Tags: