Gönderen Konu: PLEVNE  (Okunma sayısı 7140 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı peperuda

  • Tam Üye
  • ***
  • İleti: 399
  • Insan arzuyu fikir zanneder.
PLEVNE
« : 20 Şubat 2012, 14:37:10 »
Uzun zamandır arıyorum böyle bir kitabı.Nihayet geçen hafta buldum ve hemen okumaya başladım. Mehmet Niyazi çok güzel bir kitaba imza atmış. Bence genç, yaşlı, herkesin okuması ve öğrenmesi gereken olaylar bunlar .
Galibiyetlerimz kadar yenilgilede bizim tarihimizdir. Plevnelerde Şipka 'larda  düşen binlerce şehidimiz var. fakat bunlar yazılmadıkça kaleme alınmasdıkça konuşulmadıkça diğerleri isteği gibi konuşup bizlere istediği gibi olayları lanse ediliyor. Plevneye gittim. Panoramasını da gördüm yıllar önce ve biliyormusunuz, Sadece Rus ve Bulgarların nasıl savaştığını ve galip geldiklerini anlatıyor. Bu yüzden bu kitap çok önem arzediyor . Sayın Mehmet Niyazi beye teşekürlerimi sunuyorum

Mehmed Niyazi, ‘Çanakkale Mahşeri’ ve ‘Yemen Ah Yemen’ adlı tarihi romanlarından sonra, ‘Plevne’ (Ötüken Neşriyat) adlı üçüncü tarihi romanını yayımladı.

''Bizdeki kaynakların sayısı bir elin parmaklarını geçmezken, Rusya’da 1980′e kadar 481 eser kaleme alınmış. Mehmed Niyazi’nin cümleleri ile söyleyecek olursak, “Biz emperyalizmin sillesini savaş meydanlarında değil, kütüphanelerde yemişiz. Rusların kumandanını tüm Rusya tanırken, Osman Nuri ve Yunus Paşaları bizde kimseler tanımaz. İşte bu kitabı bunun için yazdım.”

Romanda, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osman Nuri Paşa ve Yunus Paşa komutasındaki Osmanlı ordularının Plevne’yi savunması anlatılıyor. Toplantıda, roman üzerinden tarihi bilgiler de veren yazar, Plevne’nin Osmanlı Devleti’nin omurgasının kırıldığı bir savaş olduğunu söyledi. Son romanında, -yayımlanmadan önce okuyan dostlarından- kurgu olmadığı yönünde eleştiriler aldığını ifade eden Mehmed Niyazi şöyle devam etti: “Ben tarihi romanlarımın hiç birinde kurgu yapmadım. Tarihi romancının görevi tarihten kopmadan gelecek nesillere tarih şuurunu vermek ve o acıları bilmesini sağlamaktır. Cemiyetleri en çok motive eden acılardır.”
''Gidin, yeter ki ulaşamadığınız tek bir mahsun kalmasın....''

Çevrimdışı peperuda

  • Tam Üye
  • ***
  • İleti: 399
  • Insan arzuyu fikir zanneder.
Ynt: PLEVNE
« Yanıtla #1 : 21 Şubat 2012, 13:14:00 »
Plevne'de bayram sabahı
Üzerinde çalıştığımız "Plevne" romanına dair bilgilerin doğruluğunu kontrol etmek için ceddimizin yiğitlik örnekleri sergileyerek savaştığı topraklara gittik.


Bu savaşın en önemli düğümlerinden biri olan Şıpka, yolumuzun üzerindeydi, görmeden devam edemezdik. Balkanların kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan sarp Şıpka Geçidi Rusların eline geçtiğinden, ordularımız birbirinden kopmuştu. Hersek'te Süleyman Paşa'nın emrindeki kolordumuz, Adriyatik'teki Bar Limanı'na gelmiş, donanmamız onu oradan alıp Ege'de bulunan Dedeağaç'a çıkarmış; trenlerimiz de Şıpka Geçidi'nin güneyindeki Kızanlık'a getirmişlerdi.

Doğuda, Mehmet Ali Paşa'nın kumandasındaki ordumuz vardı. Batıda, yani Plevne'de Osman Paşa'nın birlikleri kale gibi duruyorlardı. Güneyden de Süleyman Paşa'nın Kolordusu Şıpka'yı yararsa, Rusları üçlü kıskaca alacaktık. Süleyman Paşa, Bulgar çetelerini temizlemek bahanesiyle bir aya yakın bir zaman Balkan dağlarının güneyinde oyalanınca, Ruslar Petersburg'dan, uçsuz bucaksız ülkelerinin değişik yerlerinden taze kuvvetler getirdiler. 20 Ağustos'ta Şıpka Geçidi'ni geçmek için hücum ettiyse de başarılı olamadı. Ruslar kazandıkları zaferin anısına Şıpka kasabasına gösterişli bir kilise yapmışlar.

Savaş cereyan ettiğinde Plevne'nin on sekiz bin olan nüfusunun sekiz bini Türk'tü; günümüzde üç bin civarında kalmış. Komünizmin ferdi mülkiyeti tanımazlığından istifade ederek geniş caddeler açmışlar. Bayram namazını eda etmek için "Çifte Kahve Camii"ne gittik. On dokuzuncu yüzyılda Plevne'de on iki büyük cami vardı. O dönemde yapılan resimlerde de bu camilerin büyük kısmı şehrin siluetinde kendilerine yer bulmuştur. Hepsini yıkmışlar; en küçükleri, belki de yıkmaya değmez bulduklarından "Çifte Kahve Camii" kalmış. Vakit namazlarında az cemaati bulunan cami bayram sabahı doluydu. Tekbirlerle hüzünlenirken Yahya Kemal'in "Süleymaniye'de Bayram Sabahı"nı hatırladım. O ebedi şiirin, "Gökte top sesleri, bir bir nereden geliyor / Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor" dizeleri zihnimde canlanırken kulaklarım Gazi Osman Paşa'nın, Adil Paşa'nın, Sadık Paşa'nın, yiğitler yiğidi Miralay Yunus Bey'in heybetli kükremelerini arıyordu. 143 gün süren bu boğuşmanın her günü ve her gecesi bir destandı. Tekbirler devam ederken şöyle değerlendirmelerde bulunuyordum: "Bu savaş sonucunda kaderimiz değişecekti; ya cihangir olacak, ya da sıradanlaşacaktık. Allah şahit ki ceddimiz beşerin yapamayacağı çok şeyi yaptı ama Plevne'de bizim için gurup göründü. Artık burası bize göre ne bir belde, ne şehir ne de kaledir; vatan sevgisinin, onurun, yiğitliğin abideleştiği mekândır."

Gezimize şehrin kuzeydoğusundaki Yanık Bayır'dan başladık. Burada "Baş Tabya" ile "Kanlı Tabya" adında iki büyük, iki de küçük tabyamız bulunuyordu. Tabyaların elden çıkması halinde, arkadaki muhkem siperlerde savaşa devam edecektik. Bölgede tabyalarımızdan eser kalmamış, ama Kanlı Tabya'nın bulunduğu yerde Bulgarlar kadirşinaslıklarını ifade etmek için Romenlerin anısına abide dikmişler; küçücük bir müzeyi kumandanlarının resimleriyle donatmışlar. Sembolik de olsa orada ölen Romen askerlerinin kemiklerini müzenin bodrumunda muhafaza etmeleri dikkatimizi çekti. O tabyamızın kumandanı Kara Ali Paşa idi. "Ölüm Takımı"yla, Romenlerin "Hurra! Hurra!" naralarına karşı "Allah! Allah!" sayhalarıyla kılıç sallamasını görmüşçesine gözlerimin nemlendiğini hissettim.

Gazi Osman Paşa'nın kılıcını verip teslim olduğu bağ evi maalesef korunamamış. Çar'ın Osman Paşa'ya kılıcını iade ettiği evi görmek istedik. Yedi basamaklı taş merdivenle çıkılan tek katlı bir evdi. Gazi Osman Paşa yaralandığı için yürüyemiyordu. Bir koluna doktor Hasip Bey, diğer koluna maiyet ağası Yunus girmişti. Evin bulunduğu geniş bahçeye adım attıklarında yüzlerce Rus subayının alkışlarla "Yaşa Osman Paşa! Bravo!" tezahüratlarında bulunduklarını yazdığımda bazı dostlar bunu biraz abartılı bulmuşlardı; müze müdürüne söz konusu olayın doğru olup olmadığını sorduk. O da bütün hatırat ve kaynaklarda aynen anlattığımız şekilde mevcut olduğunu söyledi.

Çar, Osman Paşa'yı merdivenlerde karşılamış, basamakları beraber çıkmışlar ve evin girişinde hemen sağ taraftaki odada Çar, Osman Paşa'ya kılıcını iade ederken; "Bu, ancak size yakışır, buyurun." dedikten sonra ülkesinde bir Rus mareşali gibi saygı göreceğini ilave etmiş. Osman Paşa bu saygıyı fazlasıyla hak etmişti, fakat Çar'ın hürmetkar bir tavır göstermesi de elbette büyüklüğündendi.
 
Mehmet Niyazi / ZAMAN
''Gidin, yeter ki ulaşamadığınız tek bir mahsun kalmasın....''

Tags: