Gönderen Konu: En sıcak, en kurak, en derin ÖLÜM VADİSİ  (Okunma sayısı 7093 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı GeZGiN

  • Yönetici
  • DoğaKolik
  • *****
  • İleti: 7749
    • insan ve doğa
En sıcak, en kurak, en derin ÖLÜM VADİSİ
« : 24 Ekim 2011, 08:55:40 »
Bu vadinin büyüleyici yer şekilleri, rengarenk kayaları Antonioni’nin filmine dekor, Pink Floyd’un müziğine esin, U2’nin Joshua Tree albümüne kapak oldu. ABD’nin Alaska’dan sonra en büyük ulusal parkı “Ölüm Vadisi” yaklaşık Muğla ili büyüklüğünde. Nevada ile Kaliforniya eyaletlerinin sınırındaki parkta ülkenin en derin çukuru ve en yüksek dağı yanyana.



Derler ki: Çok eski çağlarda Anadolu’nun ortasında bir iç deniz vardı. Çevresinde gür sedir ağaçları bulunuyordu. Hititler bunlardan gemiler yapmış, Akdeniz’e açılmış, çevre ülkelere seferler düzenlemişti. Giderek küçülen bu denizden günümüze Tuz Gölü olarak bildiğimiz su birikintisi kaldı. O da yakın gelecekte küresel iklim değişikliği nedeniyle belki de geride sadece tuz katmanı bırakarak tamamen yok olacak.
Aynı olay günümüzden 20 bin yıl önce Ölüm Vadisi’nde gerçekleşmiş ve ABD’nin Alaska’dan sonra ikinci büyük doğal parkını (12 bin 360 kilometrekare) oluşturmuş. Yılda 800 bin kişi doğal güzelliklerini görmek için vadiye geliyor.

ABD’NİN EN YÜKSEK EN ALÇAK NOKTASI
Ölüm Vadisi’ni gezmek için sabah erken saatte kiralık otomobilimizle Las Vegas’tan güneybatıya, Nevada - Kaliforniya eyaletlerinin sınırına yollanıyoruz. Üç saatlik yol boyunca insana ait hiçbir şey görmek mümkün olmuyor. Ne geçen bir araç, bir yapı, kağıt parçası ne de bir pet şişe veya sigara izmariti. Sanki bir film karesindeyiz. Dışarıda cayır cayır yanan hava da bizi gerçeklik duygusundan uzaklaştırıyor. Çevrede kurumuş otlar, kaktüs türü bitkiler var.
Issızlık şehirli nevrotik korkularımızı uyarsa da kişi başı birer şişe suyumuz mevcut, otomobilimizin deposu da dolu. Ama ya aracımız bozulursa? Bu fikri aklımızdan hemen kovuyoruz.
Aylardan temmuz ve aracın ısı göstergesi 105 Fahrenhayt gösteriyor. Bu birim bize yabancı, korkutucu olmuyor. İlk durağımız “Dante’nin Bakışı”. 1669 metre yüksekliğinde bu alan, ortama alışmak ve ulaşım kolaylığı açısından uygun bir başlangıç noktası. Kısa bir yürüyüşle tepeye vardığımızda, aşağıda bembeyaz bir tuz çölü ve çevresinde lacivert dağlardan oluşan şahane bir manzara uzanıyor. Buradan aynı anda Kuzey Yarımküre’nin karada en derin çukuru “Badwater” Havzası (Deniz seviyesinden 86 metre aşağıda) ve ardında sadece 122 metre uzaklıkta ABD’nin ana karadaki en yüksek noktası Whitney Dağı görülebiliyor. Vadi tabanının hemen ötesindeki Teleskop Tepesi bile 3368 metre. Bu alanın isminde Dante’nin Cennet, Cehennem, Araf adlı eserlerine gönderme yapılmış. “Araf”tan bakarak dağların, taşların, çölün ve kayaların güzelliğine ve ihtişamına şaşırıyoruz. Aslında taşlar her zaman değerli değil midir?

BU KAYALARI KİM BOYADI
Otomobile atlayıp kuzeye doğru, “Ressamın Yolu” denilen alüvyonal kanyonun sonlandığı “Ressamın Paleti”ne ulaşıyoruz. Burası dev bir fırçayla boyanmışçasına renkli kayalardan oluşan bir kanyon duvarı. Beyaz, mor, sarı, turuncu, yeşil renkler volkanik kayalar içindeki farklı metallerin oksidasyonuyla meydana gelmiş (mor manganezden, kırmızı, pembe, sarı demirden)!.. Yoğun sıcak ve nem nedeniyle kısa yolları bile araç içinde geçiriyor daha kuzeye başka bir güzelliğe “Zabriskie Noktası”na varıyoruz. Araç dışında terimiz buharlaşıyor, içinde ise klimanın etkisiyle anında sıvılaştığından ter içinde kalıyoruz. Böylece yolculuk bir ıslanıp bir kuruyarak ama her zaman aşırı sıcak koşullarda sürüyor. Bu noktada gözün gördüğü her şey volkanik, tektonik, kuruyan, çekilen suların sedimantasyonu, kaya erozyonu ile oluşmuş güzellikler. İsmini 20’nci yüzyıl başında Pasifik Yakası Boraks şirketi genel müdürü Christian Brevoort Zabriskie’den alan bu altın sarısı girintili çıkıntılı kayalar, Antonioni’nin aynı adlı filmine dekor, Pink Floyd’un müziğine esin, U2’nin Joshua Tree albümüne kapak ve pek çok filme plato olmuş.
Kızgın öğle güneşi ve suyumuzun tükenmesi bizi 5 kilometre kuzeydeki Furnace Creek Ziyaretçi Merkezi’nde molaya zorluyor. Küçük bir bara kapağı atıp sandalyelere çöker çökmez yaşlı garson biz istemeden koca birer bardak kolayı gülümseyerek önümüze sürüyor. Bu mevsim ve bu saatte gelen müşterinin farklı talepte bulunması olanaksız anlaşılan. Sosis, patates, hamburgerden oluşan klasik Amerikan mönümüzü tepesinde onlarca vantilatörün döndüğü masif tahta masalarda yiyor ve kendimize geliyoruz. Bu alanda müze, market, servis istasyonu, otel bulunuyor. Müze küçük tek katlı bir yapı. Kapısında “Boraks Müzesi” tabelası içinde yörenin kısa tarihini özetleyen belge, fotoğraf, bir yerli çadırı ve giysileri, mineral külçelerinden örnekler sergileniyor.

ÜRPERTEN SESSİZLİK
Öğleden sonraki rotamız Batı yarıkürenin karada en derin noktası Badwater yani “Kötü su.” Deniz seviyesinden 85,5 metre aşağıda! Uçsuz, bucaksız tuz kütlesi içinde birkaç metre çapında koyu renk, sığ bir su birikintisi. Üzerindeki tahta iskele tuz kütlesinin içinde devam ediyor ve sonlanıyor. 2-3 bin yıl önce kuruyan gölden geriye sadece bu kalmış. Aracın ısı göstergesi biraz daha yükseliyor. Sıcak tenimizde iğne batması hissi uyandırsa da terlemiyoruz. Hemen otomobile atlayıp tuz katmanı zeminde kuzeybatıya doğru tuz kütlelerinin kalın girintili çıkıntılı, mercan resifi benzer şekiller oluşturduğu alana, “Şeytanın Golf Sahası”na varıyoruz. Burada yere basmak, yürümek neredeyse imkansız. Gerçekten ancak şeytanın hareket edebileceği bir alan ama güneşte tuz kütlelerinden yansıyan ışıklar ortamı güzelleştiriyor. Uyarı tabelaları dikkatli olup kendimizi yaralamamamız konusunda dikkat çekiyor. Sıcakta kuruyup kırılan kristallerin çatırtısını dinlemek için kulak kabartıyoruz. Ama derin bir sessizlik var ve nefesimizin bronşlarımızda dolaşma sesinden başka bir şey duyulmuyor. Sıcak ve ortamın korkutuculuğu nedeniyle hemen aracımıza atlayıp kaçmayı tercih ediyoruz. Zaman zaman yollarımızın kesişip birleştiği birkaç Alman ve Japon turist alaycı bakışlar fırlatsalar da onların durumu bizden farklı değil. Yine de, her şeye rağmen herkes mutlu ve meraklı görünüyor. Ölüm, sonsuzluk duygusu, yaşam sevinci ve mutluluğu da taşıyor sanki. Akşam inerken “Ölüm Vadisi”ne veda ediyoruz.

İSMİNİ ALTIN AVCILARI KOYDU
Yörenin insanlı geçmişi MÖ 7 binlere dek dayanıyor. Henüz vadide göllerin bulunduğu dönemde avcılık ve toplayıcılıkla geçinen kabilelere ait izler kaya resimlerinde görülebiliyor. Bölge bin yıl öncesine dek “Timbişa şoşone“ kabilesinin yaşam alanıymış. “Timbişa” isminin boyalı kaya anlamında “Tümpisa” kelimesinden geldiği düşünülüyor. Bugün kullandığımız “Ölüm Vadisi” adı ise Avrupa kökenlilerin batıda var olduğu sanılan altını bulmak için vadiyi geçme çabalarına dayanıyor. 1849’da “Altına hücum” sırasında diğer gruplar elverişsiz doğa şartları nedeniyle vadiyi terk edip şanslarını başka yerlerde denemeye karar verir. Ama “49”lular denen 20 arabalık grup vadide kalmakta ısrar eder. Vadiden çıkışları pek kolay olmaz. Yollarını kaybederler, erzakları tükenir. En sonunda vadiden çıkmayı başardıklarında at arabalarını dahi ısınmak ve yemek amacı ile yakmış durumdadırlar. Bölgeyi terk ederken içlerinden bir kadın arkasını döner ve “Elveda ölüm vadisi” der. O günden sonra burası “Ölüm Vadisi” olarak anılacaktır. Arabalarını yaktıkları yer ise Ölüm Vadisi kumullarının yakınında ve “Yanık Arabalar Kampı” olarak adlandırılıyor.
1850’lerde bölgede altın ve gümüş çıkarılmış. Altın arayıcılarının kurup sonra terk ettikleri “Ryolite” ve “Ballarat” bugün hayalet kasabalar. Her ikisi de gezilebiliyor. Hayaletler, bir de vadinin spontan hareket ettiği söylenen kayalarında olmalı. Maden arayıcılığı bölgede 1881’de boraks bulunmasıyla devam etmiş. Boraks günümüzde ısıya dayanıklı boro-silikat cam materyallerin önemli parçası (Örneğin: Borcam!) W.T Coleman’ın kurduğu Harmony Boraks Şirketi 1888’de iflas edene dek günde 3 ton boraks çıkarır, 40 işçi çalıştırırmış. İkişer katırın çektiği 20 vagondan oluşan konvoyun 90 kilometre ötedeki demiryoluna ulaşıp dönmesi 30 gün alırmış. Harmony Boraks Şirketi’nden kalan binalar, makineler ve tanklar ziyaretçi merkezinin 3 kilometre kuzeyinde gezilebiliyor. Ama doğal oluşumların güzelliği bizi insan yapısı herhangi bir şey görmekten alıkoyuyor.

NEDENE EN SICAK
Çevresi yüksek dağlarla çevrili dar ve uzun vadi havzası deniz seviyesinden çok alçak ve bitki örtüsü açısından fakir. Güneş yüzeyi devamlı ısıtıyor ve ısı yüzeyden yansıyor. Isınan hava ise vadi duvarlarına çarparak yükselip soğumadan geri dönüyor. Vadi tabanındaki yüksek basınç ortamına hapsoluyor.

NEDEN EN KURU
Pasifik Okyanusu ile vadi arasında okyanusa paralel dört büyük sıradağ dizisi var. Yükselen ve soğuyan hava dağların batı tarafına yağış bırakıp iç bölgelere geldiğinde nemini tamamen yitiriyor. Bu nedenle Ölüm Vadisi havzası yılda ortalama 3-5 milemetre yağış düşüyor, bazı yıllar ise tamamen yağışsız geçiyor. Rehber kitaplara bakılırsa, vadiyi gezmek için en uygun mevsim ilkbahar başı. Yöreye özgü kır çiçekleri, iri boynuzlu koyun, geyik, karaca, tilki, tavşan, çöl iguanası görülebilir.

Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/19053714.asp
« Son Düzenleme: 24 Ekim 2011, 08:58:21 Gönderen: GeZGiN »

Tags: